Star: Soner Yalçın’ın acı tespiti

Star yazarı Mustafa Sabri Beşer bugünkü köşesinde, Odatv İmtiyaz Sahibi Soner Yalçın’ın “Istakozun Ezop dili…Hani ‘Gül’ yetiştirilecekti” başlıklı yazısına atıfta bulunarak, “Soner Yalçın’ın acı tespitini boşa düşürecek bir hassasiyetle geleceğimiz inşa edilmeye çalışılır inşallah” dedi.

Yazısında “Bizimkilerin gözlerine parmağımızı sokmak istiyoruz” sözleriyle iktidar çevrelerini eleştiren Sabri Beşer şunları söyledi: “Ancak dert ve dava peşinde olduğunu söyleyen büyük kurumsal yapılarımızın, STK’larımızın bu mevzuda bile belirgin bir politika oluşturmak şöyle dursun kamuoyu oluşturma girişiminde dahi bulunmamaları korkunç bir gaflettir kanaatindeyiz.”

Milli Eğitim Bakanlığı’nca yürütülen müfredat çalışmalarına yönelik eleştirileri sıralayan Beşer, “Niyazımız odur ki iktidar bu baskı altında inşallah mahcubiyet yaşamaz” dedi.

İşte Soner Yalçın’ın o yazısı:

“Zengin Monaco şehrinin sosyete mekânında yenen ıstakozun göze sokulması değil asıl mesele…

Ya da Maldivlerde tatil yapmakla övünmek hiç değil…

Aklıma Rasim Özdenören’in yazdığı “Gül Yetiştiren Adam” romanı geldi!

“Gül yetiştiren adam” imgesi muhafazakâr çevrelerce her daim çok ilgi gördü. Neydi mecazi olarak anlatılan?

Kemalist değişime ve din alanının darlaştırılmasına, kalbi muhalefet/ buğz etmek esastı. Yani:

Tevekkül sabır esastı…

Varlıklarını başka biçimde sürdürmek için gizlilik-sır- takiyye esastı…

“Kalp tekkeleri” kurmak esastı…

Vaazlarda, sohbetlerde üstü örtülü “ezop dili” kullanmak esastı…

Hıncı içinde tutmak esastı…

Tarikatlar yasaklanıp tekkeler kapatılmış olabilirdi onlar inatla “gül yetiştirecekler” idi:

Romanda, dedenin torununa namaz kılmayı öğretmesi gibi!

Nakşilerde mürit, “gül yetiştirme” metaforuna uygundu.

Nurcularda şakirt, “gül yetiştirme” mecazına uygundu. Keza:

İmam hatip okulları açmak…

İlim Yayma Cemiyeti gibi yapıları örgütlemek…

İşletmeler açmak- siyasi parti kurmak, hepsinin amacı “gül yetiştirmek” idi…

Ve:

*****

Demokrat Parti 1950’de iktidara geldi.

Arkasından “milliyetçi cephe hükümetleri” kuruldu.

Mukaddesatçı çevrelerin Atatürk’e ve devrimlerine karşı sert muhalefeti görünür oldu. Yani, örtü-gizlilik kalktı, eyleme geçildi.

Mesela Ticaniler, sadece Atatürk’ün heykellere büstlere saldırmakla kalmadı; “ezan delileri” adını verdiklerine (ki A. Balcı, Y. Özkan gibi kimilerinin deli raporu vardı) kutsiyet verdi. Vs.

Atatürk’ü değersizleştirmek için aldatma, çarpıtma ve hakaret dönemi başlatıldı. (Hele annesi hakkında yazdıkları bu toprakların terbiyesini aşan utançlıktaydı).

Eski Şeyhülislam Mustafa Sabri, Eşref Edip, Osman Zeki Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek, M. Raif Ogan gibi ajitatörler, hakikati tahrif eden “mukaddesatçı tarih inşasına” koyuldu. İdeolojik husumet, hafızayı suiistimal eden kara çalmaya dönüştü…

Zihniyet yapıları, kaba lügate dayanan travmatik avam dille somutlaştı…

Atatürk’e dediklerini geçeyim, -örneğin- rejimin kurucu unsuru görüp “suyun öte yakası” dedikleri Balkan göçmenlerini aşağıladılar. Ön yargıydı makbul gördükleri…

Ve bu mukaddesatçı zihniyetle yetişenler/ bu tedrisattan geçenler/ “güller” zamanla iktidar oldu: AKP…

Peki:

Tüm sorunların kaynağı gördükleri Cumhuriyet sekülarizmi ile mücadele edip, hasım gördükleri Kemalizm’i aşan hangi alternatif projeyi hayata geçirdiler? Hiç.

İşte, 31 Mart seçim sonucu “mukaddes ütopyanın” sona nasıl geldiğini gösteriyor.

Şunu diyorum:

*****

AKP 22 yıldır iktidarda. Hani “gül çocuklar” nerede? Ortada “gül yetiştiren adam” romantizmi bile kalmadı…

Kemalizm’den kalan -artık iyice aşındırılmışları bile- hınçla “mıntıka temizliğiyle” tasfiye ettiler de yerine ne koydular?

Hani ideal toplum nerede? Niye olmadı? Neden yapılmadı?

Sebebi çok basit:

Salt Kemalizm düşmanlığıyla/ yalan temelli retorikle var oldular. Mevcut ülke gerçekliğiyle samimi olarak yüzleşmediler.

Sorunların çözümü konusunda tutarlı, kapsayıcı entelektüel birikim oluşturamadılar. Ki fantezi yüklü söylemler ile bunu başarmaları imkansızdı.

İtibariyle değersizleştirmeye çalıştıkları Kemalizm’i aşan, ona rakip tek proje ortaya konulamadı.

Bu nedenle; hâlâ yaptıkları mağduriyet dilidir/ olumsuzlama paradigmasıdır/ korkutma stratejisidir. Bunun sonuna geldiğini 31 Mart seçimi gösterdi…

Örtü kalkınca altından Monako sosyetesinin yediği pek meşhur ıstakoz tabağı ortaya çıkıverdi.

Istakoz, sözde yüz yıllık mağduriyetin neye dönüştüğünün sembolü oldu:

“Gül” değil, “ıstakoz” yetiştirmişlerdi!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir